Osman Sınav: Devlet sinemadan elini çeksin

Osman Sınav Akademi İletişim dergisi sonbahar sayısında verdiği söyleşide, Devletin artık elini sinemadan çekmesi gerektiğini söyledi. İşte Akademi İletişim dergisinin Osman Sınavla yaptığı söyleşi...
21 Aralık 2006 15:05

Akademi İletişim Dergisi olarak bu sayımızda sinemanın sorunlarını yönetmen, Osman Sınav'la konuştuk. Sınav, 1987 yılında Bir Muharririn Ölümü ile başladığı sinema hayatına bu güne kadar 10 sinema filmi, 9 televizyon dizisi sığdırdı. Metin Erksan'ın Acı Hayat filmini televizyon dizisi olarak tekrar çekimini gerçekleştirdiği proje hala devam ediyor. Osman Sınav, sektörde geçirdiği 20 yıllık tecrübe ile en verimli dönemini yaşıyor. Röportaj sırasında gerçekleştirmek istediği daha birçok proje olduğunu öğreniyoruz. Sınav, devletin rekabeti önleyen sinemayı destekleme şeklinin değiştirilmesini ve 1930'larda çıkartılan rüsum vergisinin artık alınmaması gerektiğini söylüyor. Aldığı akademik eğitimin kendine düşünsel anlamda çok şeyler kattığını ifadeden Sınav'la, Türk sinemasının sorunlarını enine boyuna konuştuk…

1979 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Sinema Televizyon Enstitüsü'nü bitirdiniz. Aldığınız Akademi eğitimi size neler kattı?

Sinema eğitimi almamışsanız, bir takım setlerde alaylı tabir edilen bir eğitimden geçersiniz. Alaydaki eğitimle, animal yetenekleriniz birleşir ve refleksler edinirsiniz. Akademik bir eğitim almışsanız, onun düşünsel ve felsefi nedenlerini bulursunuz. Dramatik öğe olarak, neden öyle yaptığınızı, neden kamerayı oraya koyduğunuzu, neden o ölçekte bir plan çektiğinizi, sahneyi neden kaç plana ayırdığınız gibi yaptığınızı düşünerek ve gerekçelendirerek yaparsınız.

Akademik eğitim bu düşünce refleksini geliştirir. Aynı zamanda dramayı daha doğru okumayı, dramanın labirentlerini daha doğru çözümlemeyi ve yeniden kurgulamayı öğretiyor. Bu çok önemlidir. Türk sinemasının geçmiş dönemlerde refleks olarak çok iyi işler çıkardığı günler olmuştur ama bence Türk sineması, 60'lı yıllarda o gelişmeyi, o enerjiyi akademik çalışmalarla temellendirebilseydi sonrasında yıkılmazdı.

Bakın yaratıcılık bir sürprizdir. Ama bunun diğer insanlar tarafından da çoğaltılabilmesi, geliştirilebilmesi için bunun akademik bazda değerlendirilmesi, gerekçelendirilmesi, kuramsal olarak açıklanması lazım. Bu olmazsa bir başkasının gelip, sıfırdan, animal bir refleksle, yeniden öğrenip yeniden kendi kendini üretmesi gibi kısır bir döngü oluşur. Ben hatırlıyorum, mesela 1970-80’li yıllarda bile çok ciddi sinema dergileri vardı. Yani bugün okullarda sinema bölümlerinde ders olarak okutulabilecek, birtakım makalelerin, araştırmaların yâ da sinema ile ilgili kuramsal yazıların yayınlandığı dergiler vardı. Bugün öyle dergiler yok.


Çok eleştirilen Yeşilçam filmlerinin belirli uyarlamalarla günümüzde tekrar çevrilmesinin nedeni de, akademik ayağın eksik olmasından mı kaynaklanıyor?

Sinema Kültürel Bir Mirastır

Çok yerinde bir soru, ama çok eleştirdiğimiz noktası doğru değil. Madem akademik olarak inceliyoruz, o zaman o eleştirilere de akademik olarak bakmak gerekiyor. O dönemde Lütfü Akad, Memduh Ün, Metin Erksan ve daha birçok ustanın değerli, çok özel çalışmaları var. Ama onların içinde batı ülkelerinden taklit edilmiş senaryolar da var. Özgün, iyi işlenmiş ve o dönemin sosyal yapısını çok iyi irdelemiş, sağlam kurgulanmış dramalar da var. Popüler eleştiriden uzak, gerçek akademik çalışmalar yapmak gerekiyor. Türkiye'de sinema ile ilgili ilk profesörlük tezi Mahmut Ali Öngeren'nin dir ki bu da Lütfi Akad sineması üzerinedir. Uyarlama konusuna gelince; yeni bir şey yapılıyorsa, uyarlamalar da yapılacaktır. Uyarlama yapan, tekrar çekim yapan en az ülkeyiz biz. Amerikan sineması sürekli uyarlama yapar. Tutmuş temaları, çevirir, farklı oyuncularla o günün yaşam koşulları ve ritmine göre yeniden yorumlar, yeniden yapar. Sinema kültürel bir mirastır.

Bu durum biraz da senaryo azlığından mı kaynaklanıyor?

Tembellikten, senaryo azlığından, eski filmleri alıp tekrar uyarlama yapalım diyenler de var. Ama gerçekten bir filmi alıp, dönüştürüp, bugünkü toplumsal ritmimiz içinde bir karşılığı var deyip, yeniden yorumlayan da var. Acı Hayat benim ilk uyarlamam. İlk tekrar çekimim ve bilerek, isteyerek yaptığım bir iş. Çünkü toplumsal temelleri çok sağlam bir eser. 1962 de çekilmiş bir film. Demokrat Parti iktidarı ile başlayan ekonomik hamlelerin sonucu, zengin fakir çatlağının büyüdüğü bir dönem. O çatlamanın toplumsal yapıda yaralar meydana getirdiği bir dönemde yapılmış bir aşk hikâyesi. Minicik kalmış evlerden apartman dairelerine özenen bir dram var. Bugüne baktığımızda o çatlak çok daha büyük bir uçuruma dönüşmüş. Bu hikâye hala sosyal dokuda geçerli bir hikâyedir. Bunun uyarlaması yapılabilir.


Tekrarı yapılan filmlerde seyircinin gözünde ilk film yok edilmez mi?

Yok edilmez. Ben daha iyi bir film yapacağım dersin. Zaten daha iyi yapamıyorsan, bu dünyanın her yerinde böyledir, "eskisi daha iyiydi, bu kötü olmuş" der insanlar. Devam filmlerinde de aynı sorun vardır. Serinin ikinci filmi kötü olabiliyor, ama bu yapılıyor. Yeni filmde de aynı şey olabilir. Yeni film yapmak kolay bir şey değil.

İletişim Fakülteleri Çok Yetersiz

Siz çalışırken birçok sinema bölümü öğrencisi yanınıza geliyordur. İletişim fakültelerindeki sinema eğitimini nasıl buluyorsunuz? Aldıkları eğitim yeterli mi?

Çok iyi bilmiyorum ama en kolay kurulan fakültelerden biri iletişim fakültesi herhalde. 30'un üzerinde iletişim fakültesi var ve bunların içinde sinema televizyon bölümleri bulunuyor. Hiçbir şey olmuyor, hiçbir şekilde yetişmiyorlar, hiçbir şekilde deneyim görmüyorlar ve çok zayıflar. İletişimin diğer alanları için konuşamam, sinema televizyonu biliyorum. Sinema eğitimi ile ilgili iletişim fakülteleri çok yetersiz, sadece buna yönelik kurulmuş bir iki okul var.

Rekabet Edemeyen Filimler Üretiliyor


Sinemada en büyük problem finans sorunu. Sinemanın ekonomik yapısının sağlam olması için neler yapılması gerekiyor? Devlete, sektör oyuncularına düşen görevler neler?


Önce devletin sinemaya para vermeyi kesmesi lazım. Desteklerin kalkması gerekiyor. Ucuz kredi sağlanabilir. Yardım diye herkese dağıtılan çok düşük bütçeler var. Bir çok arkadaşımızı heveslendirip bir şeyler çekmesine baz oluşturuyor ama, yıllardan beri bununla bir yere varılmıyor. Bakın, rekabetin olmadığı bir yerde hiçbir şey büyümez.



Bu yapı rekabeti mi önlüyor?

Rekabeti önlemiyor, rekabet edemeyecek filmler çıkartıyor. Kültür Bakanlığı 200 bin dolar yardım ediyorsa, 100 bin dolar da bir yerden bulur, 300 bin dolarla film çekerim diye yola çıkıyorsunuz. Bu rekabet edemeyecek bir film demektir. Bunlarla da sinema endüstriyel olarak bir yerlere varamıyor. Sanatsal olarak kimseye karışamam. Ben sistemden ve endüstriden bahsediyorum. Önce devletin bu alanda ayni yardım yapmaktan vazgeçmesi lazım. Bu parayı da bizim istememiz lazım. Sinemacı olacak kişi akıllı insandır. Bir şekilde projesine bir yerlerden parayı bulması gerekiyor. Bunun için önünün açılması lazım. Sponsorluk yasalarının doğru işletilmesi, teşvik uygulanması lazım. Düzenlemeler var ama ya yönetmelikler çok iyi değil, ya da çok iyi işlemiyor. Yasayı yapıyoruz Ankara'da kalıyor. Meslekten insanlar bile o yasaya nüfuz edemiyor. Ayni yardım veya kredi yerine vergide belli bir muafiyet sağlansın. Stopajlarda, vergide, benim ihtiyacıma göre uzun vadede kredi sağlansın. Ama ben rekabet edeyim, o parayı kazanmak zorunda olayım. Filmi yaparken ben bu parayı nasıl yapacağım? Bunu bilmeliyim, ölçmeliyim. Bunun riskini almalıyım. Risk almazsanız, riskin rekabetin olmadığı yerde hiçbir şey büyümez.

Özellikle uluslararası yapımlarla ilgili nelerin yapılması gerekiyor?

Tax kanunun çıkması gerekiyor. Bu bir nevi vergi iadesi. Yunanistan, İngiltere birçok ülke bu kolaylığı sağlıyor. Amerika'da eyaletler arasında böyle bir rekabet var. Biz diyoruz ki Truva filmi niye burada çekilmedi? Niye burada çekilsin? Bir arkadaşım tesadüfen Malta büyükelçisi ile görüşüyor. Malta büyükelçisinden bana davet geliyor. "Gelsin, görsün bizim tax kanunumuz var. Belki orda bir şey çeker diye." İngiliz sineması Hollywood'un arka bahçesi. Niye tax kanunu var. Yerli yapımlar ve ortak yapımlar için böyle bir takım yöntemler açılmalı, kanunlar hazırlanmalı. O zaman bu sektör açılacaktır, hareket yaratacaktır. Devlet teşvik için 200 bin dolar veriyor, sanki Kültür Bakanlığı cebinden para dağıtıyormuş gibi. Orda da ayrı bir sorun var. Bu paralar bakanlık bütçelerinden çıkmıyor ki. Sinemada rüsum diye bir kerhane vergisi var. 1930'larda çıkmış bir vergi. Eğlence yerlerinden, kerhanelerden, lunaparklardan alınan bir vergi. Belediye bizden rüsum vergisi alıyordu. Erkan Mumcu’nun bakanlığı zamanında "Bu parayı Kültür Bakanlığı alsın, sonra oradan sinemaya yardım olarak dağıtalım." demişti. Ancak bu tür bir uygulama da şöyle bir sorun çıkıyor; bilete göre rüsum alındığı için 3 tane iyi iş yapmış filmden toplanıyor bu paralar. 30 tane filmin 20 tanesine bu kadar paradan dağıtılacak. Hiçbir işe yaramıyor. Benim rakibim o, biz piyasadayız, benim filmim iş yapmışsa benden alınan yüzde 10'u benim rakiplerime niye dağıtıyorsun? Bir de üstelik iş yapmayan filmler yapacaklar. Böyle şey olabilir mi? Ben sana vergi veriyorum, bir de rüsumu niye alıyorsun? Sinemacılara kültürün gelişmesi için sübvansiyon yapılacaksa bakanlık bütçesinden yapılmalı.

0 yorum: